Tam 11 ay önce hüzünle veda etmişti, kendisini seven herkese. Aylarca onun özlemi duyulmuştu yüreklerde, gönüllerde… Sadece birkaç gün kalmıştı. Sayılı gün çabuk geçer diye söylenirdi; ama o henüz kendini bekleyenlere o özlenen, beklenen ve hasret kalınan yüzünü göstermemişti. Herkes onu bekliyordu: Mahallenin ortasında bulunan ve onun gelmesiyle birlikte şenlenmeyi uman büyük meydan, mahallenin fırıncısı, bakkalı, tatlıcısı yani çarşı-pazardaki o inanılmaz hareketliliği ve coşkuyu bekleyen esnaf, duvarlara ayları, günleri ve çeşitli bilgileri göstermesi için asılan takvimler ve saatler ile dakikaları her an hatırlatmaya gönüllü alarmlı saatler, gönüllerde neşe ve yüzlerde tebessümle onu karşılamayı bekleyen genç-yaşlı, zengin-fakir, herkes…
Niçin dört gözle beklenen bir misafirdi, kimdi? Niye bu kadar özlem duyuluyordu ki ona? Çünkü:
O, berekettir…
Tezgahların üzerini taptaze meyveler, yeni mahsul bakliyatlar, fırından yeni çıkmış dumanı üstünde pideler süsler, geldiğinde. Çarşı alabildiğine kalabalıklaşır, herkeste tarifi imkansız bir telaş ve coşku başlar; genç-yaşlı, zengin-fakir, işçi-amir herkes sayılı saatler kalan iftar için -imkanları ölçüsünde- en güzel sofrayı hazırlamak için adeta yarış içerisine girer. Yaşanan bu hareketlilik ise, belki yılın büyük bir bölümü darlık çeken esnafın yüzünü güldürür.
O, paylaşmaktır…
Uzun zamandır tatmadıkları lezzetlere ulaşma fırsatı sunulan ve epeydir üzerine bir şey alamayan ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımlarla birlikte fakirlerin de evlerinde bir bayram havası yaşanır, bir ay boyunca. Hayırseverler bu kıymetli ayı en iyi şekilde değerlendirebilmek için birbiriyle yarışır ve pek çok şeyden yoksun olan hanelere bu güzel ayın hatırına çeşit çeşit yiyecekler, çeşit çeşit giyeceklerle konuk olur. Paylaşmanın en güzel anları hep birlikte yaşanır.
O, öğrenmektir…
Tokun açlığı, zenginin fakirliği kısa süreli de olsa tecrübe ettiği bir aydır. Kimi zaman eski diye gardıroplara terk edilen eşyaların aslında birileri için ne kadar kıymetli olduğunu; fazla geldiği için kimi zaman çöpe dökülen yiyeceklerin bazı insanların sofralarına bile gelemediğini öğrenmenin vaktidir. Kısa süreli de olsa aç ve susuz kalmakla; açlık ve susuzluğun ne kadar dayanılması güç bir durum olduğunu ve yoksulluktan dolayı belki evlerinde bir kap bile yemek pişirilemeyen insanların çektiği sıkıntıları hatırlamanın ayıdır.
O, heyecandır…
Tam 11 ay beklenen hatırlı misafir kapıyı çalmıştır. Onu en iyi şekilde ağırlamak gerekir. Lakin daha geçen yıl bu eşsiz misafiri birlikte karşılayıp ağırladığınız yakın arkadaşınız bu yıl belki de onu görememiştir, ona erişememiştir. Onu görmenin, ona erişmenin, onu misafir etmenin tarif edilemez heyecanı; bu aya erişemeyen arkadaşlarınız ve yakınlarınızı düşünüp hüzünlenmenin burukluğuyla birlikte yaşanır.
O, kültürdür…
İftar için özel bir itinayla yapılan üzeri susamla kaplı pideler ve leziz güllaçlar, tüm aile üyeleri ve akrabaların bir araya toplandığı sofralar, gecenin karanlığını aydınlatan mana yüklü mahyalar, iftar sonrası başrollerini karagöz ve hacivatın paylaştığı gölge oyunları, gecenin sessizliğini bozan manilerle süslenen ramazan davulları ve daha niceleri, başlı başına bir kültürü yansıtır.
O, hüzündür…
Misafirin ayrılma zamanı gelip çattığında ise gönüllerde ve yüreklerde tarifi mümkün olmayan bir sızı kendini hissettirir. Alışılmış ve bir ay birlikte olunan misafirin artık veda vakti gelmiştir. Gelecek yıl gene gelecektir, fakat onu karşılayanlar arasında olup olmayacağınız ise kocaman bir soru işaretidir. Dilekler, temenniler ve dualar gelecek yıl da bu hatırlı misafiri hep birlikte karşılamaya yöneliktir.
O, On Bir Ayın Sultanı’dır…
Gönül kapılarını çalarak onun bizlere misafir olması tam on bir aylık bir beklemeden sonra gerçekleşir. Gönülleri ve sofraları bereketlendiren, paylaşmanın tarif edilemez tadını hissettiren, unuttuğumuz birtakım değerleri bizlere hatırlatarak yeniden öğrenme fırsatı sunan, geldiğinde eşsiz bir heyecanla merhaba diyen; ayrılırken ise yüreklerde vedanın hüznünü yaşatan O’dur…
O, Ramazandır…
Kaynak: Mavi Düşler Sokağı